19 Mayıs 2008 Pazartesi

Aşkın

Alm. Transzendent, Fr. transcendant ,İng. Transcendent, Lat. Transcendens, es. t. müteal

1- Bir düzeyin ötesine yükselen, verilmiş bir sınırı aşan.

2- Üstün olan; insanlık düzeyinin üstüne çıkan (Tanrı).

3- Göz önüne alınan alanın dışına çıkan; özellikle bilinci aşan, bilincin dışına çıkan.

4- (Kant'ta) Olabilecek her türlü deneyin sınırını aşan, insan bilincini aşan

5-Doğayı,gerçekliği aşan:doğaüstü,duyuüstü.

TDK Felsefe Sözlüğü


Aşkın (lık)

En genel anlamda bir şeyin ya da bir düzeyin ötesine geçme ya da ötesinde olma; bir şeye “içkin” olmama.

Yerleşik felsefe dilinde, en azından Kant’dan bu yana, duyu deneyimlerinin konusu ya da nesnesi olan dünyanın dışında kalan; olanaklı her türden deney ile bilginin sınırlarının ötesine taşan: “insan bilincini aşan.” Aşkın terimi genellikle olası bir deneyimin sınırlarının ötesinde olma anlamında kullanılır. Buna göre bir konu ya da sorun, çözümü bütünüyle matematik ya da mantığa ait değilse ya da hem duyu deneyiminin hem de duyu deneyimine yanıt verebilen bir kuramın uygun kullanım alanının ötesinde ise karşı “aşkın” sözcüğü gerek gündelik dilde gerekse felsefede sayısız bağlamda kullanılır, Örneğin ortaçağ felsefesinde Tanrı’nın dünyayı yarattığında kendisini aştığı söylenir. Tanrıcılar ya da daha doğru bir deyişle tanrıtanırcılarsa aşkın terimini Tanrı’nın yaratılmış dünyadan bağımsız ve onun ötesindeki varoluş kipini betimlemek için kullanırlar.

Kant Salt Aklın Eleştirisi’ nde aşkın ile “transendental”i (“aşkınsal”) birbirinden kesin bir biçimde ayırmaya ayrı bir özen gösterir. Transendental, bilginin zorunlu koşullarıyla ilgilidir; transendental bilgi de olanaklı bilginin sınırlarını aşmayıp sorup soruşturan bilgidir.

Bizi yanlış bir biçimde herhangi bir olası deneyimin ötesine taşıdıkları savlanan ilkeler ise “aşkın”dır. Kant’a göre aşkın şeyin bilgisi diye bir şey söz konusu olamaz. XIX. yüzyıl olgucuları, Kant’la çeşitli nedenlerden dolayı anlaşamasalar da bu konu da onunla hemfikirdirler. Olgucuların bu konudaki görüşleri en iyi anlamını Alman fizyolog Emil Heinrich Du Bois Reymond’un (1818-1896) “ignoramus: ignorabimus’ (“Bilmiyoruz; bilmeyeceğiz”:gerçekliğin nihai doğası hakkında daima cahil kalacağız) savsözünde bulur: bilim görüngüyü yalnızca betimleyebilir, gerçek anlamda açıklayamaz. Spencer’ın “bilinemezlik kuramı” da bu konudaki bir başka örnektir. Bu bağlamdaki bilinemezcilik bilmenin algısal yollarından başka yollarına sahip olduğumuzu ve deneyimin ötesinde kalan şeyin bilinemez olması gerekmediğini savunan felsefeciler tarafından reddedilir.
Maddeciler ise deneyim dünyasının ötesinde “aşkın” bir şeyin olup olmadığı sorusuna XVIII. yüzyıldan beri olumsuz yanıt vermektedirler. Bu soruya diğer bir olumsuz yanıt da XX. yüzyılda felsefeye dilsel bir yönelim veren felsefeciler tarafından verilmektedir. Bu felsefecilerin uslamlaması genelde şöyledir: Dilde kullandığımız ifadelerin anlamlı olabilmeleri için belirli koşulları yerine getirmeleri gerekir.

Bu koşullar, örneğin Tanrı gibi, duyu deneyimini aşan bazı şeylerin varolduğunu savlayarak yerine getirilemez. Aşkın oldukları söylenen şeyler deneylerle sınanamadıklarından anlamsızdırlar (yalnızca anlamı duyu deneyimine indirgenebilen ifadeler anlamlıdırlar dolayısıyla bunların doğru ya da yanlış oldukları da söylenemez. Bu yaklaşımın en bilinen örneği Carnap, Schlick, Ayer gibi felsefecilerin öncülüğünü yaptığı mantıkçı olguculuktur. Aşkınlık bağlamında mantıkçı olguculuğun karşıtı olan görüş ise bilimsel araştırmaya açık maddi, elle tutulur bir dünya olan doğanın, yani deneyim dünyasının kendi bütünlüğü içinde kendi kendini açıklayamadığı için aşkın olması gereken bir bağımlılık ilişkisi içinde olduğunu varsaymamız gerektiğini ileri sürer.


Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

Hiç yorum yok: